29 Ocak 2011 Cumartesi

Uçalım uçmasına da...


UÇUK MU DEDİNİZ?

"Ne uçuk çocuk" diye bahsediyorlardı ondan...
"Uçuk"... Yani olağandışı...
Televizyonların kullanmaya bayıldığı deyimle "Sıra dışı"...
Ne yapmış "sıra dışı çocuk"?
Gece barda mikrofonu kapıp sevdiği kıza şarkılar söylemiş.
Bir de kızın evinin karşısındaki duvara "Seni seviyorum" yazmışmış.
Türkiye yıllar yılı öyle esaslı bir "sıra"ya sokuldu ki,
şimdi zavallı bizlere en ufak farklılık "sıra dışı" görünüyor.
Tenis oynayan bakan da, ceketsiz dolaşan başbakan da, özel hayatından dem vuran yazar da,
arsız sözler yazan kırmızı saçlı popçu da "uçuk kaçık" sayılıyor.
* * *
8 Ağustos 2004'teki National Geographic'te bir antropologdan söz ediliyordu.
Frances Berdan kafayı Azteklerin tüy mozaiklerine takmış.
Dini temalı bu mozaiklerde kullanılan papağan tüylerini,
zarar görmeden kağıt zemin üzerine sabitleyen tutkalın formülünü çözmeye çalışıyormuş.
...tam 8 senedir...
Sonunda 16. yüzyıl İspanyol tarihçilerinin yazıları arasında birkaç tutkal tarifi bulmuş.
Bu tarifleri tek tek uygulamış. En iyi sonucu nadir bir tür orkide vermiş.
Formül şuymuş:
Orkidenin kökleri dilimlenip güneşte kurutuluyor, öğütüldükten sonra suda kaynatılıyormuş.
Elde edilen macun, günümüzün ahşap tutkalının yarısı kadar güçlüymüş.
Bu formül sayesinde Aztek tüy mozaikleri günümüze kadar ulaşabilmiş.
* * *
Böylesi bir "uçukluk"a aşina değiliz.
Para biriktirip nesli tükenmek üzere olan ve yeryüzünde sadece 300 tane kalan
çift boynuzlu gergedanı dünya gözüyle son bir kez görmeye Malezya'ya gitmeyi hayal bile etmiyoruz.
Yaz tatilini, AIDS'le baş etmeye çalışan Afrika'daki bir yerel klinikte
yüzyılın vebasına direnen doktorların yanında geçirmeyi de...
Mostar Köprüsü'nün yeniden inşası için çalışan Türk taş ustalarının yanına
çırak yazılıp açılış töreninde kemerden suya atlamayı da...
Ernest Hemingway'in romanlarının kılavuzluğunda aynı yolculuğu
otostopla yeniden yapmaya kalkışmayı da...
* * *
Hadi bunları parasızlıktan yapamıyoruz diyelim...
Siz bir çöp arabasına binip alacakaranlıkta çöpçülerle sohbet ederek
kentin artıklarını toplamaya niyetlenen bir "uçuk" gördünüz mü?
Ya da eski Türkçe öğrenip memleketin başına bunca iş açan şu 1915 senesinde neler yaşandığını
dönemin gazetelerinden okumaya azmeden "sıra dışı" birini?..
Dolmabahçe Sarayı'nın Saat Müzesi'ne gidip tüm ömrünü bir tek saat yapmaya vakfetmiş
Mevlevi saatçi Eflaki Dede'ye özenerek birkaç yılda yapabildiği saati
"Senin gerçek değerini bunu yaparken anladım" notuyla sevdiğine hediye etmiş birini?..
Okulda, kışlada, bankada, alışverişte çok hizaya sokulup çok
sıra beklediğimizden midir nedir, hizadan birazcık başını çıkaran
(mikrofonu kapıp sahneye çıkan mesela), acayip "sıra dışı" görünüyor bize...
Uçalım uçmasına da; nasıl ve nereye doğru?..

G.Gürer-2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder