10 Şubat 2011 Perşembe

SADECE ÜZÜLDÜĞÜNDE AĞLAMAZ Kİ İNSAN!!!



Belki, Tanrı yanlış insanlarla tanışmamızı istedi doğru insanları tanımadan önce, böylece en sonunda doğru insanlarla tanıştığımızda, bu hediyenin ne yüce olduğunu anlamamız için…
Belki, mutluluk kapısı kapandığında, başkası açılıyordur, fakat böyle zamanlarda kapanan kapıya öyle uzun bakarız ki, bizim için açılan diğer kapıyı görmeyiz bile!
Belki, gerçek arkadaşlık, kare bir masada beraber oturduğunuz, tek bir kelime etmediğiniz ve giderken bunun hayatınızdaki en iyi sohbet olduğunu düşündüğünüz kişilerde saklıdır.

Çekinerek girdim kapıdan, ürkek bakışlarımın ardında tuhaf bir heyecan ve şaşkınlık gizliydi. Her karşılaştığım kişiye gülümsediğimi ve upuzun koridordaki topuk seslerini hatırlıyorum sadece…
Üstüste yığılmış onlarca gazetenin arkasında kalmış bir bilgisayar ekranı ve bomboş bir masa… Ağır adımlarla masamın başına geçip, elimdeki eşyaları bıraktım. Her şeyin yolunda olduğuna emin olmak için son bir kez masanın üstüne baktıktan sonra sandalyeme oturdum.
Sonra bir kalemliğim oldu, bir makasım, bir zımbam, bir notluğum ve renkli kalemlerim…
Çok güzel şeyler yazdı o kalemler… Sevgiyi yazdı, paylaşmayı yazdı, fedakarlığı yazdı, özveriyi yazdı, hoşgörüyü yazdı, dostluğu yazdı ve en önemlisi insanlığı yazdı.!

Öncesi olmayan bir işte her yeni doğan gün bizim için gerçekten yeniydi! Karşımıza yığdıkları karman çorman tuğlalarla bizden beklenen o binayı bitirmemizdi. Yeni açılmış bir hastanenin ilk personelleriydik. Deneme yanılma yoluyla öğrendik birçok şeyi… Kimi zaman güldük, kimi zaman kızdık, kimi zaman şaşırdık ama ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın birbirimizi asla yarı yolda bırakmadık!

Geceler boyu süren mesailerde, üşüdük, aç kaldık, titredik, susadık, uykusuz kaldık, birbirimize kızdık ama darılmadık!
Yollara düştük, kilometrelerce yol yaptık, defalarca gittik, geldik ama inancımızı hiç kaybetmedik!
Bir fincan çayın etrafında toplandık kimi zaman, kimi zaman bir kahveyle ödüllendirdik kendimizi ama asla umudumuzu yitirmedik!
Her zaman beklemesini bildik ve beklemekten yorulmadık. Hakkımızda yalanlar söylendi ama biz yalanla iş görmedik! Kimi zaman bizden nefret edildi ama biz kendimizi nefrete kaptırmadık! Ağzımızdan çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından bizlere tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanmayı, dayanmayı öğrendik!
Çünkü biz birbirimize bağlandık, inandık, güvendik!

Aylarımı verdiğim emeklerimin başıma yıkıldığını gördüğüm gün bir ay önce bugündü.
“Git”…
Oysa ben kimseye ''GİT'' demem, diyemem. O an içimde çok derinlerde bir yerin sızısını hissettim… Çok uzaklardan bir çığlık yankılandı kulaklarımda “Neden?”

Bir cevabı yoktur hayatın çoğu zaman, işverenlerinde olmuyor. Anladım ki insanın niyeti birine “git” demekse bir bahane hep bulunuyor.
Üç gün üç gece ağlanır mı? Ağlanırmış… Ben de inanmazdım ama tırnaklarınızı kanatırcasına, emekle, günbegün hatta geceler boyu özenle, özveriyle ördüğünüz duvarın yıkıldığını ve altında kaldığınızı anladığınızda üç gün üç gece ağlanırmış!
Öyle zamanlar vardır ki, bazen birilerini öylesine çok özlersiniz ki, onları hayallerinizden çıkarıp, gerçek hayatta kucaklamak istersiniz. Bu gece öyle bir geceydi işte!
Eski iş arkadaşlarımın benim için hazırladığı veda yemeğine gittim bu akşam. Özlemle karışık bir hüzün vardı herkesin gözlerinde…
Yaşamım boyunca alabileceğim en anlamlı ve en özel hediyeyi verdiler bana…
Kalemiyle ekmeğini kazanan birine verilebilecek en güzel hediyeyi seçmişler...
Vişne rengi, üstü cilayla parlatılmış olan, deri kaplı defteri sanki bir bebeği tutuyormuşçasına nazikçe aldım elime… Titreyen kemikleşmiş parmaklarımla defterin kabını okşadım. Sanki geçmişteki unutulmuş günleri ya da eski dostları selamlıyor gibiydim. Bu defterde sadece benim değil, kocaman bir hastanenin yaşamı vardı. Her yaprakta farklı bir yüz, her yaprakta kocaman bir yürek vardı… Bu kadar özel bir hediyenin değeri ne işle, ne mal mülkle, ne de parayla ölçülebilir mi?
Hayatımın en anlamlı hediyesini veren kocaman yürekli mesai arkadaşlarımın satırlarına ağlıyorum bu gece…
Bana “git” diyerek beni cezalandırdıklarını, iş yaptıklarını sananlara gülüyorum. Siz sadece benim bedenime “git” dediniz. Size, kaybım hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemedim. Çünkü ruhum, orayı hiçbir zaman terk etmedi…
Bu gidişlerin dönüşleri yoktur bilirim, yüreğim "Hoşçakal" demekten yorgun...
Kanat seslerinin yerinde sessizlik… Yol arkadaşlarım “Hoşçakalın”…
GÖZDE GÜRER- 10 ŞUBAT 2011