1 Şubat 2011 Salı

MUTLULUĞA DAİR...



Bütün şövalyelerin aşık olduğu ve evlenmek istediği harikulade güzel prenses, kral babasıyla birlikte oturuyor, çevreleri genç ve yakışıklı şövalyelerle dolu… Hepsi bir küçük tebessüm için bekliyorlar. Borazanlar çalınıyor ve aslanlar cıkıyorlar arenaya… Kocaman yeleleri, gergin belleri,iri pençeleriyle kükreyerek dolaşıyorlar. Prenses, zarif ellerini saklayan uzun eldivenlerden birini çıkartıp aslanların arasına atıyor.

-Kim eldivenimi alıp bana getirirse onunla evleneceğim…

Müthiş bir sessizlik oluyor. Bir anda herkes susuyor.Bir şövalye diğerlerinden ayrılıyor, taş
merdivenlerden ağır ağır inmeye başlıyor…Parlak çizmelerinin çıkardığı adım sesleri tek tek duyuluyor.Arenaya giriyor; aslanlar hareketsiz ve sessiz, bu cesur şövalyeye bakıyorlar.
O, hiç birine aldırmadan eldiveni alıyor, gene adım sesleriyle taş merdivenleri çınlatarak çıkıyor. Eldiveni prensesin kucağına bıraktıktan sonra, kendisine hayranlıkla dönen prensese bir kez bile bakmadan yürüyüp gidiyor…

Nietzsche, "Tanrıyı ve insanları deneme" diyor. Schiller, "Eldiven" şiirini yazıyor….
Biz herkesi her zaman deniyoruz, emin olmak, güvenmek istiyoruz, sevgisini ve bağlılığını her an kanıtlasın,hayatını ve her şeyini tehlikeye atsın ve bunu binlerce kez yapsın istiyoruz.

Kendimizle ve korkularımızla öylesine doluyuz ki,hiçbir duyguyu, hiçbir insanı, hiçbir nesneyi olduğu gibi bütün gerçekliğiyle göremiyoruz… Her şey kendimizle ve korkularımızla oluşturduğumuz
prizmalardan kırılarak ulaşıyor bize, herşeyi olduğundan başka bir biçimde ve olduğundan başka bir yerde görüyoruz.

Belki de bu yüzden aradığımız şeyleri,aramamız gereken yerlerden başka yerlerde arıyoruz.

Belki de bu yüzden mutlulukla aramıza, korkularımızı ve kendimizi sokuyoruz..

2 yorum: