21 Şubat 2011 Pazartesi

Bir Yol Hikayesi - 1.DURAK


I.Durak

Ortalığa çöken karanlıkla beraber sokaklar da boşalmaya devam ediyor. Önceden iyi bilinen bir ortama, ola ki üzerinden bir felâket kasırgası geçmiş ve bünyesini değiştirmiş olsa bile insanın kendini uydurması daha kolaydır. Esaslı bazı çizgilerle belirlenmiş insanlar ve toplumun başlıca karakterleri hala ayaktalar… Ayakta kalmalılar…
Rüzgâr güneyden estiği sürece ve mavi rengin ufukta yerleştiği günlerde, bu ülkede iyimserlik hüküm sürmüştü. Şimdiyse hayalleri canlandıran güneş, yaşananları ve yıkık umutları onarılmış gibi gösteriyor. Eşyanın ve insanların üzerine çöken kötü bir kaderin ağırlığı hissediliyor.
Entrika ve komplo insanların hayatını mahvediyor! Aslında bütün bu yaşananları atların çektiği bir araba gibi görmek lazım, atlar arabayı, arabacının gitmek istemediği bir yere götürüyorlar ve araba her dönemeçte yaya kaldırımının bir köşesine bindiriyor. Arabacı rahatsız… Bu acayip gidiş sadece atları öldürmekle mi düzeliyor? Arabacının hiç mi suçu yok?
Bu sorunun cevabı neden kimsenin umurunda değil? Neden büyük çoğunluk, bugünkü moral bozucu durumu kayıtsızlıkla ve dudak bükerek seyrediyor?

İnsanların uğrunda savaşmayı ve ölmeyi göze aldıkları fikirler gerçekçi nedenlere dayanmalıdır. Savunulan herhangi bir görüş gerçekçi nedenlere dayanıyorsa, bizim gibi gazeteciler bu nedenleri ortaya koyar ve etkilerini beklerler. Böyle durumlarda fikirlerini ateşli bir şekilde savunmazlar, sükûnetle benimserler ve nedenlerini soğukkanlılıkla açıklarlar. Ateşli bir şekilde savunulan görüşler genellikle iyi bir temele dayanmayan görüşlerdir. Bugünlerde mevki sahibi bürokratlarda gözlemlediğimiz şiddetli duygusallık, görüş sahibinin gerçekçi kanıtlardan yoksun olduğunun bir göstergesidir. Özellikle politika ve din konularındaki görüşler genellikle aşırı duygusallık ile bağıntılı olan türden... Bu konularda güçlü inançları ve bilgisi olmayan kişilerin oluşturduğu “işi bilenler topluluğu”, bir kuruntuya kapıldığı zaman, kendi savlarına karşı gelindiğini hissettiklerinde kapıldıkları öfke, tek bir delininkiyle aynıdır ve maalesef o ulusun aklını başına getirecek tek şey okuduğunu anlamasıdır.

Milletlerin önüne düşüp onları aydınlığa çıkaran nice büyük şahsiyetlerin, ömürlerinin bir bölümünün, hapishanelerde çile ve işkence içinde geçtiğini ve böylece onların olgunlaşan ve aydınlanan gönülleriyle milletlerin diriliş yolunda birer ışık kaynağı haline geldiğini biliyorsunuz değil mi?
Büyük İmam Ebu Hanife Hazretleri'nin zindanlara atılarak saygısızca hırpalanıp inim inim bir hayat yaşadığını...
Ahmet Bin Hanbel Hazretleri'nin adi bir insan gibi tartaklanıp bayağı bir işkencelere maruz bırakıldığını...
Bediüzzaman Hazretleri'nin bir cani gibi muamele görerek memleket memleket sürgüne gönderildiğini...
Campanella 'nın zindanda Cervantes’in esarette, Dostoyevski’nin de kürek mahkumu iken kendilerini keşfederek milletlerinin gönüllerinde ölümsüzlüğe ulaştıklarını biliyor muydunuz?

Bu örnekleri seçme sebebim bilmem anlaşılıyor mu? Bu döngünün sağcısı, solcusu, milliyetçisi, devrimcisi, İslamcısı yoktur. Aslında bu durumun yüzyıllar sonra bile hala tek bir açıklaması vardır. “Gözle görülür, anlaşılır bir otorite yaratmak!”
Otoritenin ciddiyeti bir kere tanındıktan sonra, kişilerin göğüslemesi gereken en önemli sorun, davranışlarda otoritenin ne ölçüde etkili olduğudur. Bunu kavramayla birlikte halkın dikkatini çekmek için yapılan alçaltıcı şeyler, kişileri otoriteye bağımlı bir kurban yapar. Güçlüler, kendilerine güvendikleri ve yaptıkları işin doğruluğuna inandıkları için başkalarının gözünde itibar kazanırlar. Ama kendi iç hesaplaşmalarında kaybetmeye mahkumdurlar!

Son günlerde manşetlere taşınan “özgür basın” söylemleri popüler kültürün döngüsünde o kadar hızlı eritiliyor ki, saptırılan gerçekler sadece yüreklerimizi ve beyinlerimizi zedeliyor. Asıl özgürlük yazıyla ilintilidir ve özgürlüğü yok etmek isteyen bürokratlar kötü konuşur, kötü yazarlar, bütün anlamın kaybolduğu cümlelere sığınırlar. Her yurttaşın, özellikle de gazetecilerin görevi, bu tür cümle ve sözcükleri yakalayıp bunlara karşı savaşmaktır. Bu kaba, kısır dile karşı verdikleri mücadelede, emin olsunlar ki asla tek başlarına değillerdi. Kalemi elinden alınanları başkalarından ayıran, konuya sonsuz bir ciddiyetle eğilmeleri ve dille özgürlük arasında doğrudan bağlantı kurmalarıdır.

Suyun taşı delmesi gücünden değil, sürekli akmasındandır. Ateşe ateşle karşılık verenlerin ellerinde kalan ise sadece küldür!
(devam edecek…)

HAYATIN İÇİNDEN - 20 ŞUBAT


SİZİN DE HAYALLERİNİZ VAR MI?
20.02.2011
Bugün size anlatacağım öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır.
Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını ister hocası. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazar. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlatır. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizer. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterir. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekler. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesidir.
Çocuk iki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı."Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk, "Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal" dedi hocası... "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" dedi ve ekledi:"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı. "Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!"
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına…"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi. "Ben de hayallerimi…"

Her ilişki bir bahçeye benzer. Eğer yeşerip gelişmesi isteniyorsa, düzenli olarak su verilmelidir. Beklenmedik hava değişiklikleri kadar mevsimleri de dikkate alarak özel bakım gösterilmelidir. Yeni tohumlar ekilmeli ve yabani otlar ayıklanmalıdır. Tıpkı bu hikâyedeki gibi, hayallerin büyüsünü canlı tutmak için de, mevsimleri anlamalı ve hayallerin kendine özgü ihtiyaçlarını fark etmeliyiz.
Haklı olduğunuza inanıyorsanız, sakin olmayı başarabilirsiniz. Çünkü doğrular ve yanlışlar yoktur, sadece yorumlar vardır
Evrenin en anlaşılmaz özelliği anlaşılabilir olması değil midir? Bizle dünya, bizle başkaları, hatta bizle biz arasında ne kadar da çok hayal var…
Tırtılın 'dünyanın sonu' dediğine, Ustanın 'kelebek' demesi gibi, bilgisizliğin belirtisi, adaletsizlik ve trajediye olan inancının derinliğidir.
Düşünmek görmektir. Siz görmezden gelseniz de gerçekler var olmayı sürdürürler. Bu yüzden de durumlar değişmez, biz değişiriz. Alışkanlıkların zinciri, önce hissedilemeyecek kadar hafif, sonra kırılmayacak kadar güçlü olur!
Tecrübelerimizle biliyoruz ki kimse tecrübelerden ders almıyor. Oysa başlarımız düşünceler yön değiştirebilsin diye yuvarlaktır…
Kendinizi yorgun hissetseniz bile, başarı sizden kaçsa bile, bir hata size zarar verse bile hatta ihanet size acı verse bile, bir hayaliniz yok olsa bile, gözyaşları gözlerinizi yaksa bile, kimse gayretinizi fark etmese bile, nankörlük ödülünüz olsa bile, anlayışsızlık sizi gülmekten alıkoysa bile ve hatta her şey, hiçbir şey olsa bile, Vazgeçmeyin…
Efsaneler, ayrıcalıklı hareketlerin sonucunda doğar. Tüm insanlar orijinal olarak doğar ve birçoğu kopya olarak ölür. Onlardan biri olmayın yeter…

HAYATIN İÇİNDEN - 14 ŞUBAT



"AŞK" İNSAN RUHUNUN DOKTORA YAPMIŞ ŞEKLİDİR
14.02.2011
Siz hiçbir insanı, daha yanından ayrılırken özlemeye başladınız mı? Başka bir insanda soğuk bir gülümseme ya da kızgın bir bakışla karşılayacaklarınız, çocuğunuzun sevimli haşarılıkları gibi gözüktü mü gözünüze? Havaalanında süresiz ertelemeli bir uçağı beklermişçesine yaşadığınız hayatınız, anlamlı bir bekleyişe döndü mü birdenbire? Bir insanın omzunda, sanki hep oradaymışsınız, hep orada kalacakmışsınız gibi tanıdık bir güvenle, sarılıp uyudunuz mu gündüz vakti? Onca zaman biriktirdiğiniz, anlatmak için çıldırdığınız söylenmemişlerin sıkıntısı çöktü mü hiç ayrılık vakti içinize? Sabahın kör karanlığı olduğunu unutarak, kapalı çiçekçilere kızıp, bahçe aradınız mı etrafınızda, çiçek çalıp sevilene götürmek için? Af dileyecek, affedecek kadar cesur oldunuz mu, yapılan büyük bir hata karşısında? Dünyadaki bütün "en"lerden uzak, ne en güzel, ne en akıllı, ne de başka bir "en" olmayan insan, sadece külkedisine uyan bir ayakkabı gibi sarıverdi mi benliğinizi yaşamınızın bir döneminde? Geleceğinizin söylenecek tek bir sözcüğe bağlı olduğunu hissettiğiniz bir karar anınız oldu mu sizin de?
Bir erkeğin sesinde, bir kadının gülüşünde, ürpertiyle, hem çokluğu hem yokluğu hissettiniz mi hiç?
Havaları bahane etmeden, sevildiğiniz için değil, sevmeye değer olduğu için de değil, yürekten, yüreğinizin kocamanlığının bile yetemezliğiyle, tomurcuklar üzerindeki çiğin tazeliğinde, yüzyıllık ağacın kararlılığında, daldaki kuşun sevincinde, söylenmiş bütün aşk öykülerinin ötesinde, daha dokunmadan sıcaklık yayılan bedeninizle, sevdiniz mi hiç?

Sevgi arıyoruz. Elbette haklıyız. İstediğimiz sadece bir yudum sevgi. En zor anlarımızda yaslanılacak bir omuz, tutulacak bir el, öpülecek bir dudak, sarılacak bir beden, keyfini sürecek bir parça haz, bir insanın hep yanında olduğunu hissettirecek güven, birlikte bir şeyler yapmak, birbirinizin yanında olduğunuz zamanlar hoş şeyler paylaşmak… Güzel şeyler bunlar. İnsana insan olduğunu hatırlatan, kadınla erkeği yakınlaştıran şeyler...
Sadece bir yudum sevgi istiyoruz. Bizim gibilere hayatın her alanında rastlıyorum. Dostlarım, arkadaşlarım yakınlarım çevrem herkes sevgi peşinde… Dahası koca bir ülke bir yudum sevginin peşine düşmüş. Tamam, diyelim ki şanslıyız ve bulduk aradığımız sevgiyi. Peki, sonra ne yapacağız? Ne yapacağız ki elimizden uçup gitmesin bir kuş gibi?
Ben söyleyebilirim. Çok azımızı dışarıda tutuyorum, söyleyeceklerim ezici çoğunluk için… O aradığınız sevginin değerini bilemeyeceksiniz.
Karşılıksız sevmenin erdemini, hazzını anlayamayacaksınız. Sevgiyi besleyen cesarettir, hoşgörüdür, sabırdır, ilgidir, özendir. Biz bunları da beceremeyeceğiz. Çoğumuzun yüreği, engin bir sevginin altından kalkabilecek kadar büyük değildir. Sevgi neyi ne kadar ve nasıl sevebileceğini bilmektir. Sevgi anlamaktır. Önce kendimizi anlayacağız, sonrada sevdiğimizi… Bu alanda yeteneklerimiz nedir dersiniz? Sevgi olduğu gibi kabul etmektir sevgiliyi. Değiştirmeye uğraşarak şaklabana çevirmemektir sevgi… Sevgi, sevgiliyi kendimize benzetmeye çalışmakta değildir. Sevgi tüketmek değildir baylar bayanlar…
Sevgi çoğaltmaktır! Sevgi paylaşmaktır! Sevgi her şeyi paylaşmaktır. Sadece paylaşmaktır, karşılıksız paylaşmaktır... "Eğer" ile başlayan "çünkü" ile devam eden cümleler olmadan beklentisiz olabilmektir sevgi…
Üzgünüm ama çoğumuz aradığımız sevgiyi bulsak bile çok geçmeden kaybetmeye mahkûmuz!
Çünkü sevmeyi bilmiyoruz...
Sevgide, insan "bir şey olduğu için" değil, "bir şey olmasına rağmen" sevilir. Asıl güzellikte budur, "rağmen sevgi"... Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlıda Esmeralda'ya çingene olmasına "rağmen" tapar! "Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara 'rağmen' sevilebilir. İnsanların, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmemelidir. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine "rağmen" olduğu gibi, o haliyle sevilmelidir. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünse bile en değerli gibi sevilebilmelidir.
İnsan, sadece âşık olunca kendini büyülü bir dünyanın içinde bulur. Melek olup gökyüzüne çıkar ve yeryüzünün en anlamlı duygusunu yaşar. Çünkü "AŞK" insan ruhunun doktora yapmış şeklidir.
Şartsız, zamanlı-zamansız, belki önceli ama sonrasız gerçek sevgileri bulmanız ümidiyle...
"Sevgililer Gününüz hep mutlu olsun!"

hayat objektifin arkasından bakıldığında çok daha anlamlı...